1
KANSER HAKKINDA / KÖŞE YAZILARININ GENEL KURALLARI NELERDİR?
« : 24 Kasım 2022, 10:37:09 »
KÖŞE YAZILARININ GENEL KURALLARI NELERDİR?
Köşe yazılarının, genel olarak, bazı uyulması gerekli kuralları mevcuttur. Bu kurallar dizisi, insanların yaşantıları esnasında, güzele, iyiye yönelme ihtiyaçlarının neticesi olarak tezahür eder. Zira insanlar güzeli, iyiyi duyma/ görme ihtiyacındadırlar. Çevrelerinde, aklı eren kişilerin yazdıkları köşe yazılarından, bilgilenmek, doğruları bulmak adına, faydalanmak isterler. Bu nedenlerle de, köşe yazılarını, okuma ihtiyacını duyarlar. Bu yazılarla, hayatlarına yön vermek, çoğu insanın sarıldığı en kuvvetli bir daldır. Bu yazıların insanlar üzerindeki tesirlerini, üç ayrı okuyucu grubunun, ayrı ayrı tanımlarını vererek açıklayabiliriz.
Köşe yazılarından aldıkları ilhamla/ aldıkları bilgilerle, bir kısım okuyucular (ki bunlar çoğunluktadır), hayatlarını düzenlerken; bu aldıkları bilgilerin doğru mu, yoksa yanlış mı oldukları tartışmasına girme ihtiyacını duymazlar. “Eğri mi?- doğru mu?” gibi bir araştırmaya ihtiyaç hissetmezler. Zira okudukları yazıları yazanlara, inanmışlardır; onların en doğruyu yazdıklarına, % 100 emindirler. Yazılanları tartma, diğer bilgiler ile, diğer köşe yazısı yazanların yazdıklarıyla/ ilmi araştırmalarla, karşılaştırma ihtiyacını, bu insanlar, hiç duymazlar. Netice olarak, inandıklarının doğruluğuna emindirler. İddiaların, söylentilerden ibaret olup, olmadıklarına bakmazlar. Doğru olanın niceliği/ niteliği konusunda, en ufak bir mantık arayışında bulunma/ muhakeme etme ihtiyacını duymazlar. (is)
Bir kısım okuyucular ise, "acaba en doğru mantık, bu okuduğum köşe yazılarında mıdır?" demekten kendilerini alamazlar. Araştırırlar. Aynı mealde diğer yazıları da okurlar, karşılaştırma yaparlar. “Acaba?” sorusunu, defalarca kendilerine sorarlar. Bilgilerini kontrol için, kitaplara müracaat ederler. Diğer görüşlere de bakarlar ki, diğer görüş sahiplerinin söylediklerinde, doğru olan bir şeyler var mıdır? “Şartlanarak okuduklarım tamamen doğru olabilir mi” sorusu ile, bilgi dağarcıklarında bulunan bilgilerin, bir noktada, sağlamasını yapma ihtiyacını hissederler. Bu okuyucular, doğruyu bulmanın yolunun, araştırmalardan geçtiğini bilenlerdendirler.
Üçüncü grup okuyucular ise, her şeyi okurlar, ancak her okuduklarının doğru olmadığı şüphesi ile tamamını kaldırıp bir kenara atarlar. Zira, yazılanların, zihinlerindeki doğrulara yaklaştığı kanaati uyanmamıştır. Hiçbir zaman da uyanmayacaktır. Bu okuyucuların yaşantılarında ki, kendilerine göre, en doğru güzellik “kendi bildikleridir.” Daha ileri giderek açıklarsak; bu okuyucular kendilerinin bilgileri dahilinde olan her şeyin en doğru olduğuna şartlanmışlardır. Başka doğru onlar için bulunmaz. Eh! Bu gibi okuyucular da kendilerince “doğru” dediklerine inanmışlardır ki, böyle katı bir düşünce çemberinde, kendi doğrularının en doğru fikirler olduğundan kolay kolay vazgeçemeyecek kimseler olarak karşımızda örnekleri ile durmaktadırlar. Bunlar her şeye/ herkese muhalefet eden kimseler olarak cemiyette yerlerini alırlar. Hatta konuşmalarında; kendi ifadelerini bir müddet sonra nakzeden durumuna düşmeleri de, az rastlanan hadiselerden değildir. Yüzde itibariyle çoğunluğu teşkil etmeseler de/ fazla da olmasalar, bu gruptakiler az da değildirler. Tabiidir ki, bu tür okuyucuların, “dediğim dedik” diyenlerden olmaları neticesi, egolarının öne çıktığını görmemek imkansızdır.(i)
Sonuç olarak, üç çeşit okuyucu ile karşı karşıya kalmaktayız:
1-) Birinci grup okuyucular, köşe yazılarını yazanlardan emin oldukları için, bu yazarların yazdıklarından da, % 100 emin olanlardır. Bunlar her yazılana, tasdik memuru gibi, “Evet! Doğru! Yazarımız haklı” cevabını verenlerdir.
2-) İkinci grup okuyucular ise, okuyan, eğrisi- doğrusunu tartan, tartışmaya açanlardır ki, bunlar araştırarak, zihinlerindeki soruların cevaplarını bulma, doğruya bir fazla yaklaşma temayülünde olanlardır. Okudukları her tür köşe yazısını, “yazanların kendi doğrularıdır” hükmü ile doğruluğuna inanmakla birlikte; “kesin doğrudur” damgasını vurmadan, mantık süzgecinden geçirirler. Bilgileri ile karşılaştırırlar. Doğrulamak için kitaplara, ilmi araştırmalara müracaat ile objektif olan, en doğruyu bulma gayretini gösterirler. Arzu edilen gerçek okuyucular da bunlardır.(s)
3-) Bu grupta bulunan okuyucular da, okudukları köşe yazılarını, tümden kabul etmeyen; yazılanlara, devamlı şüphe ile yaklaşan grubu oluştururlar. Bu okuyucular, kendi bildiklerinin en doğru bilgiler olduğu vehmine kapılanlardır.
Yukarıda görüntüleri çizilen okuyucu gruplarından, en fazla üzerinde durulması gereken okuyucu grubunun/ ideal okuyucu grubunun, ikinci grup/ her yönü ile orta noktada bulunan grup, olduğunu söyleyebiliriz. Arzu edilen okuyucu tiplemesi de kanaatime göre bu olmalıdır. Neden, diye sorulduğunu duyar gibiyim. Orta noktayı bulanların, aşırılığa kaçmayanların, objektif düşünceye daha fazla yaklaşabildiklerini; diğer insanların hak ve özgürlüklerinin de olabileceğini kabul edebilecek potansiyele sahip kimseler olabildiklerini; cemiyetin örf ve adetlerine saygılı olmanın insanların görevi olduğunun bilincinde olduklarını ifade edebiliriz. Yaşantımızın her konuda bir parçası da, orta noktaları bularak yaşayabilmek değil midir?
Anaların çocuklarına olan sevgisi kutsaldır. Övgüye lâyıktır. Bu sevgi ne kadar yüceltilse yeridir. Ancak, bu sevginin fazlasının da, fayda yerine zarar getirdiğini görmemek, sanırım körlük olur. Örnekleri o kadar çoktur ki, sevgi veriyorum derken, nefreti aşılayan birçok analara/ babalara, şahit olmuşuzdur. Bu konuda örnekler o kadar çok ve karmaşıktır ki, örnek olarak vermeye kalksak, binlerce örneği, arka arkaya sıralamak zorunda kalabiliriz.(is)
Bütün bu düşünceler neticesi, elde kalan ana fikir mahiyetindeki özlü düşüncelerimizi aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
“Her konuda, orta noktayı bulmak, belki, doğuştan insanlara verilmiş özel bir kabiliyettir.”
“Her konuda, orta noktayı bulmak, sonradan kazanılabilen, daha doğru ifade ile, gayret gösterilerek elde edilebilen bir sanattır.”
“Her konuda, orta noktayı bulmak, sonradan kazanılabilen, bir estetik güzelliktir” denilebilir.
Burada genel olarak, genetik yapıdan gelen bir kabiliyet olarak değerlendirsek dahi, sonradan kazanılamaz anlamına gelmediğini belirtmek üzere, “sanattır” ya da “sonradan kazanılan bir estetik güzelliktir” olarak ifade etmek ihtiyacını hissettim. Zira orta noktaları bulabilmenin sonradan kazanılabilecek bir yapı olduğunu, evliliklerde nikâh memurlarının her evlenen çiftin nikâhlarında söyledikleri:
“İyi günde, kötü günde, eşlerin birbirlerinin yanında olma gayretlerinin gerektiği” ifadesi, nikâh törenlerinde, müşahhas halde/ göze görünür şekilde, herkese ilan edercesine, sözlü olarak belirtilmektedir. Burada yazdıklarımdan çıkarılması gereken ana fikir, insanların orta noktaları bulabilme gayretlerinin, sonradan elde edilebileceği ve genetik yapıya galip gelebileceğidir.
Köşe yazılarını herkes okur; kendisine göre dersler çıkarır. Ancak bir kısım okuyucular, köşe yazılarında yazılanların tamamına, kesin doğru gözü ile bakmaları neticesi, yazılanlarda mevcut yanlışlar çerçevesinde, yanlış değerlendirmelerle, ömürlerini geçirmek zorunda kalırlar. Bu nedenle köşe yazılarının yazılmasında, büyük mesûliyetler vardır. Bunun bilincinde olan yazarlar, yazdıklarına dikkat etmek suretiyle, bu mesûliyetten bir nebze olsun kurtulabilmek için, hata yapmama yollarını ararlar. Bu çerçevede, âzami titizliği göstererek; adeta kılı kırk yararak yazılarını çıkarma gayretine girerler ki, bu gayretleri de onların çalışma gayretlerini artıracak boyutlarda takdir toplamalarına neden olur. Bu sayede güzellikleri öne sürmüş olmanın keyfini doyasıya yaşama mutluluğuna erebilecek yazarlardan olma şansını yakalarlar.
"Köşe yazısı” denilip geçilemez. Zira köşe yazıları, bir milletin tüm gidişatının örneklerini, okuyuculara aktarma mekanizmasıdır. Köşe yazıları, bu gidişatta bulunan aksaklıkları ortaya koymakta, tüm insanlarımızın zihinlerine olması gerekeni işleyerek; onların yönlendirilmelerini sağlama yönünde görev üstlenmektedir. Bu nedenle, hele son zamanlarda, özelleştirme furyası içerisinde, yazılı/ görsel medyanın özelleştirilmelerinin, korkulacak boyutlara geldiğini, hiç kimse inkâr edemez. Bunun açık anlamı, gelecek günlerde, tüm insanlarımızın, medya baskısı altında bırakılacağıdır. “Bu medya baskısı görüntüsünü alamıyorum/ anlamıyorum” diyebilecek bir tek kişinin, bu memlekette olmaması gerektiğine, inanmak istiyorum.(is)
Köşe yazılarını okuyanların, genellikle, “okuduklarının doğruluğu” şartlanmasında kalmalarının önüne geçebilmek; objektif doğrulara yaklaşabilmek adına, aşağıda sıralanan, KÖŞE YAZILARININ GENEL KURALLARI’ NA bakarak; yazılanların ne kadar objektif olup, olmadığının örneklerini gözler önüne serebilmeyi görev saymaktayım. Zira insanların bu yazılarla kamplara ayrılmaları, okudukları ile şartlanma sonucu, karşı karşıya gelmeleri söz konusu olduğuna göre, bu şartlanmaların kırılması, objektif doğrularla, insanların birbirlerine sevgi ve saygı ile yaklaşabilmelerinin, herkesin özgürlüğünün kutsal olduğu düşüncesinin önünün açılabilmesi açısından, önem arz etmektedir. Bu husus her millet için büyük bir zarûrettir.
Geçmişten gelen özellikleri olan milletlerin, geçmişte mevcut güzellikleri kaybetmeleri, hiçbir sebep yokken olmamaktadır. Bir kısım insanlar bu güzelliklerin kaybedilmesinde etkili oldukları halde, gelecekte olabilecekleri düşünemediklerinden; bozulmalar sonucu, cemiyetin genel gidişatına baktıklarında, “Vay be! Cemiyet bozulmuş” dediklerini duymuşuzdur. Hem bozacaksın, hem de karşımıza geçip; “cemiyet bozuk” diyeceksin. Buna en doğru ifadeyle, “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” derler.
Bir insan düşününüz. Üst düzey görevdedir. Bir ilin belediye başkanıdır. Bir televizyon kanalında programa çıkmaktadır. Konuşuyor:
“Çocuklar, otobüslerde büyüklere yer vermeyin!” diye televizyondan bas bas bağırmaktadır. Gözümüzün içine bakarak bu sözleri sarf edebilmektedir. Şimdi de (zannediyorum), insanların gözünün içine baka baka, “Yahu! Ne hale geldik! Çocuklarda düşünce kalmadı. Ben altmış yaşına merdiven dayamış bir insanım. Küçücük çocuklar, gözümün içine baka baka oturuyorlar. Büyüklerine yer vermiyorlar” diyordur.
Rüzgâr ektin. Fırtına biçeceksin. Bu tabiatın bir kuralıdır. Rüzgârlar fırtınaları doğururlar. Eken sensin. Biçende sen olacaksın. Kimseye şikâyet etmeye hakkın yok.
“İnsanların böyle yanlış yönlendirilmeleri doğru mudur?” sorusuna, 100 kişiden 99 kişi, "Hayır! Doğru değildir. Bu sözler yanlış yönlendirmedir." diyeceklerdir. Tahminimiz bu merkezdeyken, verdiğimiz örnekten hareketle, insanların köşe yazılarıyla, yanlış yönlendirilmemeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Bu hususa âzami dikkatin sarf edilmesi, en hafif anlamı ile bir insanlık borcudur. Bu borcuna sahip çıkmayacak yazarlar bulunabilir. Ancak bunların yazılarla deşifre edilmesi; yazılarının “KÖŞE YAZISI YAZMANIN GENEL KURALLARI’NA” uymadığının kendilerine bir şekilde iletilmesi; öğretilmesi; kafalarına sokulması gereklidir. Zira bu tür yazarlar, kavga ortamlarını körükleyerek/ insanları birbirlerine kırdırırcasına karşı karşıya getirerek; okuyucularının yanlış düşünce potansiyellerinde çırpınmalarına sebep olmaktadırlar. Bunun önüne geçecek meslek kuruluşlarının, yeniden düzenlenerek, sağlam temeller üzerinde köşe yazıları yazmalarını sağlayacak kuralları koymalarını sağlamaları gerekmektedir.
Bu yazılanlar çerçevesinde, okuyucu görüntülerini verdik. Köşe yazılarının genel kurallarını açık açık, ince detaylarına kadar, göze hitap eder şekilde ve tekrar tekrar yazdığımız zannına kapılsak da, ince eleyip sık dokumak suretiyle, gözler önüne serebilmek gayesiyle, bu kuralları bir daha gözden geçirmek üzere, aşağıda veriyoruz:
Köşe yazıları, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
Köşe yazıları, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, insani kanaatlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, insan hak ve özgürlüklerine aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, insani kanaatlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı duygu ve düşünceleri taşıyamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, insani kanaatlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı duygu ve düşünceleri taşıyamaz.
Köşe yazıları, bütün bu kurallar göz önüne alınsa da, yine de, bu aykırılıkları, siyâsi ve ideolojik unsurları taşır. Taşımaya da devam edecektir. Zira, her köşe yazarı, yazdığı yazılarını, bir kısım insanları kazanabilmek pahasına yazmak durumunda bırakılmaktadır. Elbette bir kısım yazarlar, “ben ömür boyu, hiç kimsenin kaşına, gözüne bakarak yazı yazmadım.” diyebilirler. Haklıdırlar da. Hiç eğilip bükülmeden, doğru bildiğini dosdoğru yazabilen yazarlarımız da çoktur. Ancak, bir kısım köşe yazarlarının sohbetlerinde, “senin yazına patron parmak attı mı? Ha! Ha! Ha! “Benim yazıma patron değil, genel yayın yönetmenim parmak attı.” Ha! Ha! Ha! mealindeki konuşmalarla, bu durumun karikatürize edildiğini, hayattan bir gerçek kesit olarak(bu yazdıklarım, yaşanmış bir olayın burada tekrarıdır), muhatapları bilmektedir. Şâhit olup bunu nakledenler, bu yazar takımının sohbetlerinde bulunanlardır. (is)
Bir kısım köşe yazarlarımızın köşe yazılarına baktığımızda, arenaya çıkmış boğaların, boğa güreşçileri ile çarpışmaları gibi, her gün devamlı bir çatışma, bir kargaşa içerisinde yazı yazdıkları sonucuna varabiliriz. Bu yazıların genelinde bir kısım insanlar muhatap alınarak, karşı karşıya gelme zevk ve şevki ile yazılan köşe yazılarının da prim yaptığı, kaçınılmaz bir gerçektir. İnsanların bu çatışma duygularına hitap eden yazıların prim yapmaması düşünülebilir mi? Kaos ortamlarında, terörle boğuşan milletlerin fertlerinin, terör düşüncesinden gelen çatışma hissiyatlarının yüksek oluşu, gayet normal karşılanmalıdır. Dağ başında bir kabile gibi yaşayan, bazı milletlerin sıkıntıları, geçim derdinden başka bir şey değildir. İmparatorluk kurmuş; yüzlerce yıl, yüzlerce devleti bir çatı altında, kavgasız bir şekilde, adaletle idare etmiş bir milletin sıkıntıları da farklı olacaktır. Bu nedenle huzurlu bir cemiyet olmadığımız bilinmekte, bir kısım yazar- çizer takımı da bu durumdan istifade edebilmek için kavga ortamını ganimet bilerek yazı yazmaktadırlar. Bu durum böyle de devam edecektir. Zira para kazanmanın yolunun bu çatışma duygularını kabartmak olduğunun bilinmemesi mümkün değildir. Bu çatışma duygularını körükleyerek, bu pastadan pay kapmaya çalışanlar, böyle fırsatları yakalayıp; kullanan kişilerdir. Bir kısım insanların dediği gibi:
-Helâl olsun, adam fırsatları değerlendiriyor. İyi de para kazanıyor. Herkes bunu başaramaz.
Doğrudur. Herkes bunu başaramaz. Bu kazanıldığı ifade edilen paralar, insanlara çamur atma, iftira etme, hak etmedikleri halde kişileri/ kurumları suçlama, suçlu gösterme gayretlerinden gelen kirli paralardır. Bu kazanılan paraların hesaplarının, kamu vicdanında verilmesi gerektiğine inananlardanım. Evet! hesaplarının kamu vicdanı önünde verilmesi gerekli hesaplardır bunlar. Verin hesabınızı. Veremeyecekseniz, neden işlediniz bu cürümleri? Neden? Üç kuruşluk dünya malı için değer miydi? İleri tarihlerde, yaşlandığınızda, kendi kendinize soracaksınız:
-Yahu! Ben ne yaptım. Hır gür ile kazandığım paraların hayrını bile göremedim. Hâlâ da bu paralar sırtımda yük olarak durmakta; kul haklarını heba ederek kazandığım bu paralar bana ne getirdi? Üç kuruşluk dünya nimeti miydi, beni tavlayan? Tüm değerleri ayaklar altına alarak yaptığım yanlışların bedeli olan bu paraları, hak etmeyen, alnı terlemeyenlere mi bırakacağım? Ne idi bu hırs? Ne idi bu dünya malına düşkünlük? Geldiğim yaşımda bunların hesaplarının kamu vicdanında verilmesi mümkün de görünmüyor. Ben ne yaptım?
Tüm bu düşüncelerden sonra, ideal olan köşe yazılarını, sanırım tüm site ziyaretçilerimiz bir parça olsun tahayyül edebilmişler/ zihinlerinde canlandırabilmişlerdir. Cemiyetlerin tüm kesimlerinin, yol gösterici, kavgayı değil barışı öne geçirici yazılara ihtiyacı vardır. Devamlı kavga ortamını canlı tutarak; insanları birbirine düşürmeye çalışan köşe yazılarının, hiç kimseye faydası yoktur. Olamaz da. Buradan kazanılan paraların da kamu vicdanın da hesabının verileceğini tüm yazar- çizer kimselerin, böylece bilmelerinde fayda vardır. Bu şekilde yazılan yazıların bir kısmının kasıtlı olduğu düşünülürse, bu yazılanlardan fayda sağlayanların da, neticede vicdanları ile baş başa kalacakları bilinmelidir. Yanlış bilgilendirmelerle cemiyeti kaosa sürükleyen, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak, insanları birbirine düşüren, sevgisizliği ve insanların birbirlerine tahammülsüzlüğünü körükleyerek, sırf dünyalık kazanmak adına yazılan tüm yazıların, bir gün bu kimselerin karşısına çıkacağı ve “Bunları ben mi yazdım?” “Bu insanlara çamurları ben mi attım?” “Sevgisizliği körükleyerek, insanları karşı karşıya ben mi getirdim?” diye hayıflanacakları günler gelecektir. Zira her insan içerisinde bulunan vicdanına, kim olursa olsun hesap vereceğinin bilincini taşımalıdır. Taşımıyorsa, ikaz edildiğinde düşünmeli ve “ben gerçekten sorumsuz bir hayat geçirdiğimde, bunun hesabını hiç kimseye vermez miyim?” sorusunu kendisine sormalıdır. Sorabilmelidir.
Tüm bu yazılanlar çerçevesinde güzellikleri, barışı ve sevgiyi öğütleyen köşe yazılarının çoğalması dileklerimle, tüm gençlerimizin yazmaları konusunda hiçbir engellerinin bulunmadığını bilmelerini istirham ederim.
Yazınız, aklınıza gelenleri not ediniz. Düşüncelerinizin varabileceği ufukların en uzağına kadar gitmeye çalışınız. Bunları yaparken erişebileceğiniz en uzaktaki noktaların, çok uzaklarda olmadığını da biliniz. Durmadan, dinlenmeden yazınız. Yıllar sonra geri dönüp bu yazdıklarınıza baktığınızda, hayatınızın özeti gibi karşınızda durduğunu görecek ve yazdığınız için memnun olacaksınız.
Yazmayanlar ise, her türlü duygu ve düşüncelerinin geçmişte kaybolduğuna şahit olarak, neden yazmadıklarına, kendi kendilerine kızacaklar, kaybettikleri zamanları kazanamayacaklarını anladıklarında, kendilerini ömür boyu affetmeyeceklerdir.(is) Zamanı kaybetmenin en üzücü yanı, onu geri getirmenin imkânsız oluşudur. Bu nedenle zaman kaybetmeden bilgisayarınızın başına oturunuz. Yazmaya başlayınız.
Saygılarımla... 06.05.2008
ÖNEMLİ NOT:
Köşe yazısı yazmanın/ bir yazıya yorum vermenin önemine dikkat çekmek için: www.koseyazilarinayorumlar.com siteme yazdığım bu yazıyı aynen buraya da kopyaladım ki, yazılan yazılarda, nelere dikkat edilmesi gerekirse, o dikkatin bu siteye yazılan yazılarda da gösterilmesi için, faydası olacağı düşüncesiyle, kopyaladığımı saygılarımla bilgilerinize sunarım.
ETİKETLER: Köşe Yazıları; Köşe Yazısı Yazmak; Kavga Eder Gibi Köşe Yazısı Olur mu?; Köşe Yazısının Genel Kuralları Nelerdir?; Köşe Yazıları, Millî Duygu ve Düşüncelere Aykırı Olabilir mi?; Köşe Yazıları, İnsanları Bölmeye, Kutuplaştırmaya Yönelik Yazılar İçerir mi?;
Köşe yazılarının, genel olarak, bazı uyulması gerekli kuralları mevcuttur. Bu kurallar dizisi, insanların yaşantıları esnasında, güzele, iyiye yönelme ihtiyaçlarının neticesi olarak tezahür eder. Zira insanlar güzeli, iyiyi duyma/ görme ihtiyacındadırlar. Çevrelerinde, aklı eren kişilerin yazdıkları köşe yazılarından, bilgilenmek, doğruları bulmak adına, faydalanmak isterler. Bu nedenlerle de, köşe yazılarını, okuma ihtiyacını duyarlar. Bu yazılarla, hayatlarına yön vermek, çoğu insanın sarıldığı en kuvvetli bir daldır. Bu yazıların insanlar üzerindeki tesirlerini, üç ayrı okuyucu grubunun, ayrı ayrı tanımlarını vererek açıklayabiliriz.
Köşe yazılarından aldıkları ilhamla/ aldıkları bilgilerle, bir kısım okuyucular (ki bunlar çoğunluktadır), hayatlarını düzenlerken; bu aldıkları bilgilerin doğru mu, yoksa yanlış mı oldukları tartışmasına girme ihtiyacını duymazlar. “Eğri mi?- doğru mu?” gibi bir araştırmaya ihtiyaç hissetmezler. Zira okudukları yazıları yazanlara, inanmışlardır; onların en doğruyu yazdıklarına, % 100 emindirler. Yazılanları tartma, diğer bilgiler ile, diğer köşe yazısı yazanların yazdıklarıyla/ ilmi araştırmalarla, karşılaştırma ihtiyacını, bu insanlar, hiç duymazlar. Netice olarak, inandıklarının doğruluğuna emindirler. İddiaların, söylentilerden ibaret olup, olmadıklarına bakmazlar. Doğru olanın niceliği/ niteliği konusunda, en ufak bir mantık arayışında bulunma/ muhakeme etme ihtiyacını duymazlar. (is)
Bir kısım okuyucular ise, "acaba en doğru mantık, bu okuduğum köşe yazılarında mıdır?" demekten kendilerini alamazlar. Araştırırlar. Aynı mealde diğer yazıları da okurlar, karşılaştırma yaparlar. “Acaba?” sorusunu, defalarca kendilerine sorarlar. Bilgilerini kontrol için, kitaplara müracaat ederler. Diğer görüşlere de bakarlar ki, diğer görüş sahiplerinin söylediklerinde, doğru olan bir şeyler var mıdır? “Şartlanarak okuduklarım tamamen doğru olabilir mi” sorusu ile, bilgi dağarcıklarında bulunan bilgilerin, bir noktada, sağlamasını yapma ihtiyacını hissederler. Bu okuyucular, doğruyu bulmanın yolunun, araştırmalardan geçtiğini bilenlerdendirler.
Üçüncü grup okuyucular ise, her şeyi okurlar, ancak her okuduklarının doğru olmadığı şüphesi ile tamamını kaldırıp bir kenara atarlar. Zira, yazılanların, zihinlerindeki doğrulara yaklaştığı kanaati uyanmamıştır. Hiçbir zaman da uyanmayacaktır. Bu okuyucuların yaşantılarında ki, kendilerine göre, en doğru güzellik “kendi bildikleridir.” Daha ileri giderek açıklarsak; bu okuyucular kendilerinin bilgileri dahilinde olan her şeyin en doğru olduğuna şartlanmışlardır. Başka doğru onlar için bulunmaz. Eh! Bu gibi okuyucular da kendilerince “doğru” dediklerine inanmışlardır ki, böyle katı bir düşünce çemberinde, kendi doğrularının en doğru fikirler olduğundan kolay kolay vazgeçemeyecek kimseler olarak karşımızda örnekleri ile durmaktadırlar. Bunlar her şeye/ herkese muhalefet eden kimseler olarak cemiyette yerlerini alırlar. Hatta konuşmalarında; kendi ifadelerini bir müddet sonra nakzeden durumuna düşmeleri de, az rastlanan hadiselerden değildir. Yüzde itibariyle çoğunluğu teşkil etmeseler de/ fazla da olmasalar, bu gruptakiler az da değildirler. Tabiidir ki, bu tür okuyucuların, “dediğim dedik” diyenlerden olmaları neticesi, egolarının öne çıktığını görmemek imkansızdır.(i)
Sonuç olarak, üç çeşit okuyucu ile karşı karşıya kalmaktayız:
1-) Birinci grup okuyucular, köşe yazılarını yazanlardan emin oldukları için, bu yazarların yazdıklarından da, % 100 emin olanlardır. Bunlar her yazılana, tasdik memuru gibi, “Evet! Doğru! Yazarımız haklı” cevabını verenlerdir.
2-) İkinci grup okuyucular ise, okuyan, eğrisi- doğrusunu tartan, tartışmaya açanlardır ki, bunlar araştırarak, zihinlerindeki soruların cevaplarını bulma, doğruya bir fazla yaklaşma temayülünde olanlardır. Okudukları her tür köşe yazısını, “yazanların kendi doğrularıdır” hükmü ile doğruluğuna inanmakla birlikte; “kesin doğrudur” damgasını vurmadan, mantık süzgecinden geçirirler. Bilgileri ile karşılaştırırlar. Doğrulamak için kitaplara, ilmi araştırmalara müracaat ile objektif olan, en doğruyu bulma gayretini gösterirler. Arzu edilen gerçek okuyucular da bunlardır.(s)
3-) Bu grupta bulunan okuyucular da, okudukları köşe yazılarını, tümden kabul etmeyen; yazılanlara, devamlı şüphe ile yaklaşan grubu oluştururlar. Bu okuyucular, kendi bildiklerinin en doğru bilgiler olduğu vehmine kapılanlardır.
Yukarıda görüntüleri çizilen okuyucu gruplarından, en fazla üzerinde durulması gereken okuyucu grubunun/ ideal okuyucu grubunun, ikinci grup/ her yönü ile orta noktada bulunan grup, olduğunu söyleyebiliriz. Arzu edilen okuyucu tiplemesi de kanaatime göre bu olmalıdır. Neden, diye sorulduğunu duyar gibiyim. Orta noktayı bulanların, aşırılığa kaçmayanların, objektif düşünceye daha fazla yaklaşabildiklerini; diğer insanların hak ve özgürlüklerinin de olabileceğini kabul edebilecek potansiyele sahip kimseler olabildiklerini; cemiyetin örf ve adetlerine saygılı olmanın insanların görevi olduğunun bilincinde olduklarını ifade edebiliriz. Yaşantımızın her konuda bir parçası da, orta noktaları bularak yaşayabilmek değil midir?
Anaların çocuklarına olan sevgisi kutsaldır. Övgüye lâyıktır. Bu sevgi ne kadar yüceltilse yeridir. Ancak, bu sevginin fazlasının da, fayda yerine zarar getirdiğini görmemek, sanırım körlük olur. Örnekleri o kadar çoktur ki, sevgi veriyorum derken, nefreti aşılayan birçok analara/ babalara, şahit olmuşuzdur. Bu konuda örnekler o kadar çok ve karmaşıktır ki, örnek olarak vermeye kalksak, binlerce örneği, arka arkaya sıralamak zorunda kalabiliriz.(is)
Bütün bu düşünceler neticesi, elde kalan ana fikir mahiyetindeki özlü düşüncelerimizi aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
“Her konuda, orta noktayı bulmak, belki, doğuştan insanlara verilmiş özel bir kabiliyettir.”
“Her konuda, orta noktayı bulmak, sonradan kazanılabilen, daha doğru ifade ile, gayret gösterilerek elde edilebilen bir sanattır.”
“Her konuda, orta noktayı bulmak, sonradan kazanılabilen, bir estetik güzelliktir” denilebilir.
Burada genel olarak, genetik yapıdan gelen bir kabiliyet olarak değerlendirsek dahi, sonradan kazanılamaz anlamına gelmediğini belirtmek üzere, “sanattır” ya da “sonradan kazanılan bir estetik güzelliktir” olarak ifade etmek ihtiyacını hissettim. Zira orta noktaları bulabilmenin sonradan kazanılabilecek bir yapı olduğunu, evliliklerde nikâh memurlarının her evlenen çiftin nikâhlarında söyledikleri:
“İyi günde, kötü günde, eşlerin birbirlerinin yanında olma gayretlerinin gerektiği” ifadesi, nikâh törenlerinde, müşahhas halde/ göze görünür şekilde, herkese ilan edercesine, sözlü olarak belirtilmektedir. Burada yazdıklarımdan çıkarılması gereken ana fikir, insanların orta noktaları bulabilme gayretlerinin, sonradan elde edilebileceği ve genetik yapıya galip gelebileceğidir.
Köşe yazılarını herkes okur; kendisine göre dersler çıkarır. Ancak bir kısım okuyucular, köşe yazılarında yazılanların tamamına, kesin doğru gözü ile bakmaları neticesi, yazılanlarda mevcut yanlışlar çerçevesinde, yanlış değerlendirmelerle, ömürlerini geçirmek zorunda kalırlar. Bu nedenle köşe yazılarının yazılmasında, büyük mesûliyetler vardır. Bunun bilincinde olan yazarlar, yazdıklarına dikkat etmek suretiyle, bu mesûliyetten bir nebze olsun kurtulabilmek için, hata yapmama yollarını ararlar. Bu çerçevede, âzami titizliği göstererek; adeta kılı kırk yararak yazılarını çıkarma gayretine girerler ki, bu gayretleri de onların çalışma gayretlerini artıracak boyutlarda takdir toplamalarına neden olur. Bu sayede güzellikleri öne sürmüş olmanın keyfini doyasıya yaşama mutluluğuna erebilecek yazarlardan olma şansını yakalarlar.
"Köşe yazısı” denilip geçilemez. Zira köşe yazıları, bir milletin tüm gidişatının örneklerini, okuyuculara aktarma mekanizmasıdır. Köşe yazıları, bu gidişatta bulunan aksaklıkları ortaya koymakta, tüm insanlarımızın zihinlerine olması gerekeni işleyerek; onların yönlendirilmelerini sağlama yönünde görev üstlenmektedir. Bu nedenle, hele son zamanlarda, özelleştirme furyası içerisinde, yazılı/ görsel medyanın özelleştirilmelerinin, korkulacak boyutlara geldiğini, hiç kimse inkâr edemez. Bunun açık anlamı, gelecek günlerde, tüm insanlarımızın, medya baskısı altında bırakılacağıdır. “Bu medya baskısı görüntüsünü alamıyorum/ anlamıyorum” diyebilecek bir tek kişinin, bu memlekette olmaması gerektiğine, inanmak istiyorum.(is)
Köşe yazılarını okuyanların, genellikle, “okuduklarının doğruluğu” şartlanmasında kalmalarının önüne geçebilmek; objektif doğrulara yaklaşabilmek adına, aşağıda sıralanan, KÖŞE YAZILARININ GENEL KURALLARI’ NA bakarak; yazılanların ne kadar objektif olup, olmadığının örneklerini gözler önüne serebilmeyi görev saymaktayım. Zira insanların bu yazılarla kamplara ayrılmaları, okudukları ile şartlanma sonucu, karşı karşıya gelmeleri söz konusu olduğuna göre, bu şartlanmaların kırılması, objektif doğrularla, insanların birbirlerine sevgi ve saygı ile yaklaşabilmelerinin, herkesin özgürlüğünün kutsal olduğu düşüncesinin önünün açılabilmesi açısından, önem arz etmektedir. Bu husus her millet için büyük bir zarûrettir.
Geçmişten gelen özellikleri olan milletlerin, geçmişte mevcut güzellikleri kaybetmeleri, hiçbir sebep yokken olmamaktadır. Bir kısım insanlar bu güzelliklerin kaybedilmesinde etkili oldukları halde, gelecekte olabilecekleri düşünemediklerinden; bozulmalar sonucu, cemiyetin genel gidişatına baktıklarında, “Vay be! Cemiyet bozulmuş” dediklerini duymuşuzdur. Hem bozacaksın, hem de karşımıza geçip; “cemiyet bozuk” diyeceksin. Buna en doğru ifadeyle, “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” derler.
Bir insan düşününüz. Üst düzey görevdedir. Bir ilin belediye başkanıdır. Bir televizyon kanalında programa çıkmaktadır. Konuşuyor:
“Çocuklar, otobüslerde büyüklere yer vermeyin!” diye televizyondan bas bas bağırmaktadır. Gözümüzün içine bakarak bu sözleri sarf edebilmektedir. Şimdi de (zannediyorum), insanların gözünün içine baka baka, “Yahu! Ne hale geldik! Çocuklarda düşünce kalmadı. Ben altmış yaşına merdiven dayamış bir insanım. Küçücük çocuklar, gözümün içine baka baka oturuyorlar. Büyüklerine yer vermiyorlar” diyordur.
Rüzgâr ektin. Fırtına biçeceksin. Bu tabiatın bir kuralıdır. Rüzgârlar fırtınaları doğururlar. Eken sensin. Biçende sen olacaksın. Kimseye şikâyet etmeye hakkın yok.
“İnsanların böyle yanlış yönlendirilmeleri doğru mudur?” sorusuna, 100 kişiden 99 kişi, "Hayır! Doğru değildir. Bu sözler yanlış yönlendirmedir." diyeceklerdir. Tahminimiz bu merkezdeyken, verdiğimiz örnekten hareketle, insanların köşe yazılarıyla, yanlış yönlendirilmemeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Bu hususa âzami dikkatin sarf edilmesi, en hafif anlamı ile bir insanlık borcudur. Bu borcuna sahip çıkmayacak yazarlar bulunabilir. Ancak bunların yazılarla deşifre edilmesi; yazılarının “KÖŞE YAZISI YAZMANIN GENEL KURALLARI’NA” uymadığının kendilerine bir şekilde iletilmesi; öğretilmesi; kafalarına sokulması gereklidir. Zira bu tür yazarlar, kavga ortamlarını körükleyerek/ insanları birbirlerine kırdırırcasına karşı karşıya getirerek; okuyucularının yanlış düşünce potansiyellerinde çırpınmalarına sebep olmaktadırlar. Bunun önüne geçecek meslek kuruluşlarının, yeniden düzenlenerek, sağlam temeller üzerinde köşe yazıları yazmalarını sağlayacak kuralları koymalarını sağlamaları gerekmektedir.
Bu yazılanlar çerçevesinde, okuyucu görüntülerini verdik. Köşe yazılarının genel kurallarını açık açık, ince detaylarına kadar, göze hitap eder şekilde ve tekrar tekrar yazdığımız zannına kapılsak da, ince eleyip sık dokumak suretiyle, gözler önüne serebilmek gayesiyle, bu kuralları bir daha gözden geçirmek üzere, aşağıda veriyoruz:
Köşe yazıları, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
Köşe yazıları, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, insani kanaatlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, insan hak ve özgürlüklerine aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, insani kanaatlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı duygu ve düşünceleri taşıyamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, insani kanaatlere aykırı olamaz.
Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı duygu ve düşünceleri taşıyamaz.
Köşe yazıları, bütün bu kurallar göz önüne alınsa da, yine de, bu aykırılıkları, siyâsi ve ideolojik unsurları taşır. Taşımaya da devam edecektir. Zira, her köşe yazarı, yazdığı yazılarını, bir kısım insanları kazanabilmek pahasına yazmak durumunda bırakılmaktadır. Elbette bir kısım yazarlar, “ben ömür boyu, hiç kimsenin kaşına, gözüne bakarak yazı yazmadım.” diyebilirler. Haklıdırlar da. Hiç eğilip bükülmeden, doğru bildiğini dosdoğru yazabilen yazarlarımız da çoktur. Ancak, bir kısım köşe yazarlarının sohbetlerinde, “senin yazına patron parmak attı mı? Ha! Ha! Ha! “Benim yazıma patron değil, genel yayın yönetmenim parmak attı.” Ha! Ha! Ha! mealindeki konuşmalarla, bu durumun karikatürize edildiğini, hayattan bir gerçek kesit olarak(bu yazdıklarım, yaşanmış bir olayın burada tekrarıdır), muhatapları bilmektedir. Şâhit olup bunu nakledenler, bu yazar takımının sohbetlerinde bulunanlardır. (is)
Bir kısım köşe yazarlarımızın köşe yazılarına baktığımızda, arenaya çıkmış boğaların, boğa güreşçileri ile çarpışmaları gibi, her gün devamlı bir çatışma, bir kargaşa içerisinde yazı yazdıkları sonucuna varabiliriz. Bu yazıların genelinde bir kısım insanlar muhatap alınarak, karşı karşıya gelme zevk ve şevki ile yazılan köşe yazılarının da prim yaptığı, kaçınılmaz bir gerçektir. İnsanların bu çatışma duygularına hitap eden yazıların prim yapmaması düşünülebilir mi? Kaos ortamlarında, terörle boğuşan milletlerin fertlerinin, terör düşüncesinden gelen çatışma hissiyatlarının yüksek oluşu, gayet normal karşılanmalıdır. Dağ başında bir kabile gibi yaşayan, bazı milletlerin sıkıntıları, geçim derdinden başka bir şey değildir. İmparatorluk kurmuş; yüzlerce yıl, yüzlerce devleti bir çatı altında, kavgasız bir şekilde, adaletle idare etmiş bir milletin sıkıntıları da farklı olacaktır. Bu nedenle huzurlu bir cemiyet olmadığımız bilinmekte, bir kısım yazar- çizer takımı da bu durumdan istifade edebilmek için kavga ortamını ganimet bilerek yazı yazmaktadırlar. Bu durum böyle de devam edecektir. Zira para kazanmanın yolunun bu çatışma duygularını kabartmak olduğunun bilinmemesi mümkün değildir. Bu çatışma duygularını körükleyerek, bu pastadan pay kapmaya çalışanlar, böyle fırsatları yakalayıp; kullanan kişilerdir. Bir kısım insanların dediği gibi:
-Helâl olsun, adam fırsatları değerlendiriyor. İyi de para kazanıyor. Herkes bunu başaramaz.
Doğrudur. Herkes bunu başaramaz. Bu kazanıldığı ifade edilen paralar, insanlara çamur atma, iftira etme, hak etmedikleri halde kişileri/ kurumları suçlama, suçlu gösterme gayretlerinden gelen kirli paralardır. Bu kazanılan paraların hesaplarının, kamu vicdanında verilmesi gerektiğine inananlardanım. Evet! hesaplarının kamu vicdanı önünde verilmesi gerekli hesaplardır bunlar. Verin hesabınızı. Veremeyecekseniz, neden işlediniz bu cürümleri? Neden? Üç kuruşluk dünya malı için değer miydi? İleri tarihlerde, yaşlandığınızda, kendi kendinize soracaksınız:
-Yahu! Ben ne yaptım. Hır gür ile kazandığım paraların hayrını bile göremedim. Hâlâ da bu paralar sırtımda yük olarak durmakta; kul haklarını heba ederek kazandığım bu paralar bana ne getirdi? Üç kuruşluk dünya nimeti miydi, beni tavlayan? Tüm değerleri ayaklar altına alarak yaptığım yanlışların bedeli olan bu paraları, hak etmeyen, alnı terlemeyenlere mi bırakacağım? Ne idi bu hırs? Ne idi bu dünya malına düşkünlük? Geldiğim yaşımda bunların hesaplarının kamu vicdanında verilmesi mümkün de görünmüyor. Ben ne yaptım?
Tüm bu düşüncelerden sonra, ideal olan köşe yazılarını, sanırım tüm site ziyaretçilerimiz bir parça olsun tahayyül edebilmişler/ zihinlerinde canlandırabilmişlerdir. Cemiyetlerin tüm kesimlerinin, yol gösterici, kavgayı değil barışı öne geçirici yazılara ihtiyacı vardır. Devamlı kavga ortamını canlı tutarak; insanları birbirine düşürmeye çalışan köşe yazılarının, hiç kimseye faydası yoktur. Olamaz da. Buradan kazanılan paraların da kamu vicdanın da hesabının verileceğini tüm yazar- çizer kimselerin, böylece bilmelerinde fayda vardır. Bu şekilde yazılan yazıların bir kısmının kasıtlı olduğu düşünülürse, bu yazılanlardan fayda sağlayanların da, neticede vicdanları ile baş başa kalacakları bilinmelidir. Yanlış bilgilendirmelerle cemiyeti kaosa sürükleyen, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak, insanları birbirine düşüren, sevgisizliği ve insanların birbirlerine tahammülsüzlüğünü körükleyerek, sırf dünyalık kazanmak adına yazılan tüm yazıların, bir gün bu kimselerin karşısına çıkacağı ve “Bunları ben mi yazdım?” “Bu insanlara çamurları ben mi attım?” “Sevgisizliği körükleyerek, insanları karşı karşıya ben mi getirdim?” diye hayıflanacakları günler gelecektir. Zira her insan içerisinde bulunan vicdanına, kim olursa olsun hesap vereceğinin bilincini taşımalıdır. Taşımıyorsa, ikaz edildiğinde düşünmeli ve “ben gerçekten sorumsuz bir hayat geçirdiğimde, bunun hesabını hiç kimseye vermez miyim?” sorusunu kendisine sormalıdır. Sorabilmelidir.
Tüm bu yazılanlar çerçevesinde güzellikleri, barışı ve sevgiyi öğütleyen köşe yazılarının çoğalması dileklerimle, tüm gençlerimizin yazmaları konusunda hiçbir engellerinin bulunmadığını bilmelerini istirham ederim.
Yazınız, aklınıza gelenleri not ediniz. Düşüncelerinizin varabileceği ufukların en uzağına kadar gitmeye çalışınız. Bunları yaparken erişebileceğiniz en uzaktaki noktaların, çok uzaklarda olmadığını da biliniz. Durmadan, dinlenmeden yazınız. Yıllar sonra geri dönüp bu yazdıklarınıza baktığınızda, hayatınızın özeti gibi karşınızda durduğunu görecek ve yazdığınız için memnun olacaksınız.
Yazmayanlar ise, her türlü duygu ve düşüncelerinin geçmişte kaybolduğuna şahit olarak, neden yazmadıklarına, kendi kendilerine kızacaklar, kaybettikleri zamanları kazanamayacaklarını anladıklarında, kendilerini ömür boyu affetmeyeceklerdir.(is) Zamanı kaybetmenin en üzücü yanı, onu geri getirmenin imkânsız oluşudur. Bu nedenle zaman kaybetmeden bilgisayarınızın başına oturunuz. Yazmaya başlayınız.
Saygılarımla... 06.05.2008
ÖNEMLİ NOT:
Köşe yazısı yazmanın/ bir yazıya yorum vermenin önemine dikkat çekmek için: www.koseyazilarinayorumlar.com siteme yazdığım bu yazıyı aynen buraya da kopyaladım ki, yazılan yazılarda, nelere dikkat edilmesi gerekirse, o dikkatin bu siteye yazılan yazılarda da gösterilmesi için, faydası olacağı düşüncesiyle, kopyaladığımı saygılarımla bilgilerinize sunarım.
ETİKETLER: Köşe Yazıları; Köşe Yazısı Yazmak; Kavga Eder Gibi Köşe Yazısı Olur mu?; Köşe Yazısının Genel Kuralları Nelerdir?; Köşe Yazıları, Millî Duygu ve Düşüncelere Aykırı Olabilir mi?; Köşe Yazıları, İnsanları Bölmeye, Kutuplaştırmaya Yönelik Yazılar İçerir mi?;