Son İletiler

Sayfa: [1]
1
KANSER HAKKINDA / KÖŞE YAZILARININ GENEL KURALLARI NELERDİR?
« Son İleti Gönderen: is 24 Kasım 2022, 10:37:09 »
KÖŞE YAZILARININ GENEL KURALLARI NELERDİR?

           Köşe yazılarının, genel olarak, bazı uyulması gerekli kuralları mevcuttur. Bu kurallar dizisi, insanların yaşantıları esnasında, güzele, iyiye yönelme ihtiyaçlarının neticesi olarak tezahür eder. Zira insanlar güzeli, iyiyi duyma/ görme ihtiyacındadırlar. Çevrelerinde, aklı eren kişilerin yazdıkları köşe yazılarından, bilgilenmek, doğruları bulmak adına, faydalanmak isterler. Bu nedenlerle de, köşe yazılarını, okuma ihtiyacını duyarlar. Bu yazılarla, hayatlarına yön vermek, çoğu insanın sarıldığı en kuvvetli bir daldır. Bu yazıların insanlar üzerindeki tesirlerini, üç ayrı okuyucu grubunun, ayrı ayrı tanımlarını vererek açıklayabiliriz. 

           Köşe yazılarından aldıkları ilhamla/ aldıkları bilgilerle, bir kısım okuyucular (ki bunlar çoğunluktadır), hayatlarını düzenlerken; bu aldıkları bilgilerin doğru mu, yoksa yanlış mı oldukları tartışmasına girme ihtiyacını duymazlar. “Eğri mi?- doğru mu?” gibi bir araştırmaya ihtiyaç hissetmezler. Zira okudukları yazıları yazanlara, inanmışlardır; onların en doğruyu yazdıklarına, % 100 emindirler. Yazılanları tartma, diğer bilgiler ile, diğer köşe yazısı yazanların yazdıklarıyla/ ilmi araştırmalarla, karşılaştırma ihtiyacını, bu insanlar, hiç duymazlar. Netice olarak, inandıklarının doğruluğuna emindirler. İddiaların, söylentilerden ibaret olup, olmadıklarına bakmazlar. Doğru olanın niceliği/ niteliği konusunda, en ufak bir mantık arayışında bulunma/ muhakeme etme ihtiyacını duymazlar. (is)

           Bir kısım okuyucular ise, "acaba en doğru mantık, bu okuduğum köşe yazılarında mıdır?" demekten kendilerini alamazlar. Araştırırlar. Aynı mealde diğer yazıları da okurlar, karşılaştırma yaparlar. “Acaba?” sorusunu, defalarca kendilerine sorarlar. Bilgilerini kontrol için, kitaplara müracaat ederler. Diğer görüşlere de bakarlar ki, diğer görüş sahiplerinin söylediklerinde, doğru olan bir şeyler var mıdır? “Şartlanarak okuduklarım tamamen doğru olabilir mi” sorusu ile, bilgi dağarcıklarında bulunan bilgilerin, bir noktada, sağlamasını yapma ihtiyacını hissederler. Bu okuyucular, doğruyu bulmanın yolunun, araştırmalardan geçtiğini bilenlerdendirler.

           Üçüncü grup okuyucular ise, her şeyi okurlar, ancak her okuduklarının doğru olmadığı şüphesi ile tamamını kaldırıp bir kenara atarlar. Zira, yazılanların, zihinlerindeki doğrulara yaklaştığı kanaati uyanmamıştır. Hiçbir zaman da uyanmayacaktır. Bu okuyucuların yaşantılarında ki, kendilerine göre, en doğru güzellik “kendi bildikleridir.” Daha ileri giderek açıklarsak; bu okuyucular kendilerinin bilgileri dahilinde olan her şeyin en doğru olduğuna şartlanmışlardır. Başka doğru onlar için bulunmaz. Eh! Bu gibi okuyucular da kendilerince “doğru” dediklerine inanmışlardır ki, böyle katı bir düşünce çemberinde, kendi doğrularının en doğru fikirler olduğundan kolay kolay vazgeçemeyecek kimseler olarak karşımızda örnekleri ile durmaktadırlar. Bunlar her şeye/ herkese muhalefet eden kimseler olarak cemiyette yerlerini alırlar. Hatta konuşmalarında; kendi ifadelerini bir müddet sonra nakzeden durumuna düşmeleri de, az rastlanan hadiselerden değildir. Yüzde itibariyle çoğunluğu teşkil etmeseler de/ fazla da olmasalar, bu gruptakiler az da değildirler. Tabiidir ki, bu tür okuyucuların, “dediğim dedik” diyenlerden olmaları neticesi, egolarının öne çıktığını görmemek imkansızdır.(i)

           Sonuç olarak, üç çeşit okuyucu ile karşı karşıya kalmaktayız:

           1-) Birinci grup okuyucular, köşe yazılarını yazanlardan emin oldukları için, bu yazarların yazdıklarından da, % 100 emin olanlardır. Bunlar her yazılana, tasdik memuru gibi, “Evet! Doğru! Yazarımız haklı” cevabını verenlerdir.

           2-) İkinci grup okuyucular ise, okuyan, eğrisi- doğrusunu tartan, tartışmaya açanlardır ki, bunlar araştırarak, zihinlerindeki soruların cevaplarını bulma, doğruya bir fazla yaklaşma temayülünde olanlardır. Okudukları her tür köşe yazısını, “yazanların kendi doğrularıdır”  hükmü ile doğruluğuna inanmakla birlikte; “kesin doğrudur” damgasını vurmadan, mantık süzgecinden geçirirler. Bilgileri ile karşılaştırırlar. Doğrulamak için kitaplara, ilmi araştırmalara müracaat ile objektif olan, en doğruyu bulma gayretini gösterirler. Arzu edilen gerçek okuyucular da bunlardır.(s)

           3-) Bu grupta bulunan okuyucular da, okudukları köşe yazılarını, tümden kabul etmeyen; yazılanlara, devamlı şüphe ile yaklaşan grubu oluştururlar. Bu okuyucular, kendi bildiklerinin en doğru bilgiler olduğu vehmine kapılanlardır.

           Yukarıda görüntüleri çizilen okuyucu gruplarından, en fazla üzerinde durulması gereken okuyucu grubunun/ ideal okuyucu grubunun, ikinci grup/ her yönü ile orta noktada bulunan grup, olduğunu söyleyebiliriz. Arzu edilen okuyucu tiplemesi de kanaatime göre bu olmalıdır. Neden, diye sorulduğunu duyar gibiyim. Orta noktayı bulanların, aşırılığa kaçmayanların, objektif düşünceye daha fazla yaklaşabildiklerini; diğer insanların hak ve özgürlüklerinin de olabileceğini kabul edebilecek potansiyele sahip kimseler olabildiklerini; cemiyetin örf ve adetlerine saygılı olmanın insanların görevi olduğunun bilincinde olduklarını ifade edebiliriz. Yaşantımızın her konuda bir parçası da, orta noktaları bularak yaşayabilmek değil midir?

           Anaların çocuklarına olan sevgisi kutsaldır. Övgüye lâyıktır. Bu sevgi ne kadar yüceltilse yeridir. Ancak, bu sevginin fazlasının da, fayda yerine zarar getirdiğini görmemek, sanırım körlük olur. Örnekleri o kadar çoktur ki, sevgi veriyorum derken, nefreti aşılayan birçok analara/ babalara, şahit olmuşuzdur. Bu konuda örnekler o kadar çok ve karmaşıktır ki, örnek olarak vermeye kalksak, binlerce örneği, arka arkaya sıralamak zorunda kalabiliriz.(is)

           Bütün bu düşünceler neticesi, elde kalan ana fikir mahiyetindeki özlü düşüncelerimizi aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

           “Her konuda, orta noktayı bulmak, belki, doğuştan insanlara verilmiş özel bir kabiliyettir.”
      
           “Her konuda, orta noktayı bulmak, sonradan kazanılabilen, daha doğru ifade ile, gayret gösterilerek elde edilebilen bir sanattır.”
      
           “Her konuda, orta noktayı bulmak, sonradan kazanılabilen, bir estetik güzelliktir” denilebilir.

           Burada genel olarak, genetik yapıdan gelen bir kabiliyet olarak değerlendirsek dahi, sonradan kazanılamaz anlamına gelmediğini belirtmek üzere, “sanattır” ya da “sonradan kazanılan bir estetik güzelliktir” olarak ifade etmek ihtiyacını hissettim. Zira orta noktaları bulabilmenin sonradan kazanılabilecek bir yapı olduğunu, evliliklerde nikâh memurlarının her evlenen çiftin nikâhlarında söyledikleri:

           “İyi günde, kötü günde, eşlerin birbirlerinin yanında olma gayretlerinin gerektiği” ifadesi, nikâh törenlerinde, müşahhas halde/ göze görünür şekilde, herkese ilan edercesine, sözlü olarak belirtilmektedir. Burada yazdıklarımdan çıkarılması gereken ana fikir, insanların orta noktaları bulabilme gayretlerinin, sonradan elde edilebileceği ve genetik yapıya galip gelebileceğidir.

           Köşe yazılarını herkes okur; kendisine göre dersler çıkarır. Ancak bir kısım okuyucular, köşe yazılarında yazılanların tamamına, kesin doğru gözü ile bakmaları neticesi, yazılanlarda mevcut yanlışlar çerçevesinde, yanlış değerlendirmelerle, ömürlerini geçirmek zorunda kalırlar. Bu nedenle köşe yazılarının yazılmasında, büyük mesûliyetler vardır. Bunun bilincinde olan yazarlar, yazdıklarına dikkat etmek suretiyle, bu mesûliyetten bir nebze olsun kurtulabilmek için, hata yapmama yollarını ararlar. Bu çerçevede, âzami titizliği göstererek; adeta kılı kırk yararak yazılarını çıkarma gayretine girerler ki, bu gayretleri de onların çalışma gayretlerini artıracak boyutlarda takdir toplamalarına neden olur. Bu sayede güzellikleri öne sürmüş olmanın keyfini doyasıya yaşama mutluluğuna erebilecek yazarlardan olma şansını yakalarlar.

           "Köşe yazısı” denilip geçilemez. Zira köşe yazıları, bir milletin tüm gidişatının örneklerini, okuyuculara aktarma mekanizmasıdır. Köşe yazıları, bu gidişatta bulunan aksaklıkları ortaya koymakta, tüm insanlarımızın zihinlerine olması gerekeni işleyerek; onların yönlendirilmelerini sağlama yönünde görev üstlenmektedir. Bu nedenle, hele son zamanlarda, özelleştirme furyası içerisinde, yazılı/ görsel medyanın özelleştirilmelerinin, korkulacak boyutlara geldiğini, hiç kimse inkâr edemez. Bunun açık anlamı, gelecek günlerde, tüm insanlarımızın, medya baskısı altında bırakılacağıdır. “Bu medya baskısı görüntüsünü alamıyorum/ anlamıyorum” diyebilecek bir tek kişinin, bu memlekette olmaması gerektiğine, inanmak istiyorum.(is)

           Köşe yazılarını okuyanların, genellikle, “okuduklarının doğruluğu” şartlanmasında kalmalarının önüne geçebilmek; objektif doğrulara yaklaşabilmek adına, aşağıda sıralanan, KÖŞE YAZILARININ GENEL KURALLARI’ NA bakarak; yazılanların ne kadar objektif olup, olmadığının örneklerini gözler önüne serebilmeyi görev saymaktayım. Zira insanların bu yazılarla kamplara ayrılmaları, okudukları ile şartlanma sonucu, karşı karşıya gelmeleri söz konusu olduğuna göre, bu şartlanmaların kırılması, objektif doğrularla, insanların birbirlerine sevgi ve saygı ile yaklaşabilmelerinin, herkesin özgürlüğünün kutsal olduğu düşüncesinin önünün açılabilmesi açısından, önem arz etmektedir. Bu husus her millet için büyük bir zarûrettir.

           Geçmişten gelen özellikleri olan milletlerin, geçmişte mevcut güzellikleri kaybetmeleri, hiçbir sebep yokken olmamaktadır. Bir kısım insanlar bu güzelliklerin kaybedilmesinde etkili oldukları halde, gelecekte olabilecekleri düşünemediklerinden; bozulmalar sonucu, cemiyetin genel gidişatına baktıklarında, “Vay be! Cemiyet bozulmuş” dediklerini duymuşuzdur. Hem bozacaksın, hem de karşımıza geçip; “cemiyet bozuk” diyeceksin. Buna en doğru ifadeyle, “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” derler.

                      Bir insan düşününüz. Üst düzey görevdedir. Bir ilin belediye başkanıdır. Bir televizyon kanalında programa çıkmaktadır. Konuşuyor:

           “Çocuklar, otobüslerde büyüklere yer vermeyin!” diye televizyondan bas bas bağırmaktadır. Gözümüzün içine bakarak bu sözleri sarf edebilmektedir. Şimdi de (zannediyorum), insanların gözünün içine baka baka, “Yahu! Ne hale geldik! Çocuklarda düşünce kalmadı. Ben altmış yaşına merdiven dayamış bir insanım. Küçücük çocuklar, gözümün içine baka baka oturuyorlar. Büyüklerine yer vermiyorlar” diyordur. 

           Rüzgâr ektin. Fırtına biçeceksin. Bu tabiatın bir kuralıdır. Rüzgârlar fırtınaları doğururlar. Eken sensin. Biçende sen olacaksın. Kimseye şikâyet etmeye hakkın yok.

           “İnsanların böyle yanlış yönlendirilmeleri doğru mudur?” sorusuna, 100 kişiden 99 kişi, "Hayır! Doğru değildir. Bu sözler yanlış yönlendirmedir." diyeceklerdir. Tahminimiz bu merkezdeyken, verdiğimiz örnekten hareketle, insanların köşe yazılarıyla, yanlış yönlendirilmemeleri gerektiğini söyleyebiliriz. Bu hususa âzami dikkatin sarf edilmesi, en hafif anlamı ile bir insanlık borcudur. Bu borcuna sahip çıkmayacak yazarlar bulunabilir. Ancak bunların yazılarla deşifre edilmesi; yazılarının “KÖŞE YAZISI YAZMANIN GENEL KURALLARI’NA” uymadığının kendilerine bir şekilde iletilmesi; öğretilmesi; kafalarına sokulması gereklidir. Zira bu tür yazarlar, kavga ortamlarını körükleyerek/ insanları birbirlerine kırdırırcasına karşı karşıya getirerek; okuyucularının yanlış düşünce potansiyellerinde çırpınmalarına sebep olmaktadırlar. Bunun önüne geçecek meslek kuruluşlarının, yeniden düzenlenerek, sağlam temeller üzerinde köşe yazıları yazmalarını sağlayacak kuralları koymalarını sağlamaları gerekmektedir.

           Bu yazılanlar çerçevesinde, okuyucu görüntülerini verdik. Köşe yazılarının genel kurallarını açık açık, ince detaylarına kadar, göze hitap eder şekilde ve tekrar tekrar yazdığımız zannına kapılsak da, ince eleyip sık dokumak suretiyle, gözler önüne serebilmek gayesiyle, bu kuralları bir daha gözden geçirmek üzere, aşağıda veriyoruz:

           Köşe yazıları, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, insani kanaatlere aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, insan hak ve özgürlüklerine aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, insani kanaatlere aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, siyasi kanaatler içerebilir; ancak, yine de, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı duygu ve düşünceleri taşıyamaz.
      
           Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir;  ancak, yine de, genel ahlak kurallarına aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, genel hukuk kurallarına aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, kamu vicdanına(mâşeri vicdana) aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, örf ve âdetlere aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, insani kanaatlere aykırı olamaz.
      
           Köşe yazıları, ideolojik duygu ve düşünceleri taşıyabilir; ancak, yine de, insan hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı duygu ve düşünceleri taşıyamaz.


           Köşe yazıları, bütün bu kurallar göz önüne alınsa da, yine de, bu aykırılıkları, siyâsi ve ideolojik unsurları taşır. Taşımaya da devam edecektir. Zira, her köşe yazarı, yazdığı yazılarını, bir kısım insanları kazanabilmek pahasına yazmak durumunda bırakılmaktadır. Elbette bir kısım yazarlar, “ben ömür boyu, hiç kimsenin kaşına, gözüne bakarak yazı yazmadım.” diyebilirler. Haklıdırlar da. Hiç eğilip bükülmeden, doğru bildiğini dosdoğru yazabilen yazarlarımız da çoktur. Ancak, bir kısım köşe yazarlarının sohbetlerinde, “senin yazına patron parmak attı mı? Ha! Ha! Ha! “Benim yazıma patron değil, genel yayın yönetmenim parmak attı.” Ha! Ha! Ha! mealindeki konuşmalarla, bu durumun karikatürize edildiğini, hayattan bir gerçek kesit olarak(bu yazdıklarım, yaşanmış bir olayın burada tekrarıdır), muhatapları bilmektedir. Şâhit olup bunu nakledenler, bu yazar takımının sohbetlerinde bulunanlardır. (is)

           Bir kısım köşe yazarlarımızın köşe yazılarına baktığımızda, arenaya çıkmış boğaların, boğa güreşçileri ile çarpışmaları gibi, her gün devamlı bir çatışma, bir kargaşa içerisinde yazı yazdıkları sonucuna varabiliriz. Bu yazıların genelinde bir kısım insanlar muhatap alınarak, karşı karşıya gelme zevk ve şevki ile yazılan köşe yazılarının da prim yaptığı, kaçınılmaz bir gerçektir. İnsanların bu çatışma duygularına hitap eden yazıların prim yapmaması düşünülebilir mi? Kaos ortamlarında, terörle boğuşan milletlerin fertlerinin, terör düşüncesinden gelen çatışma hissiyatlarının yüksek oluşu, gayet normal karşılanmalıdır. Dağ başında bir kabile gibi yaşayan, bazı milletlerin sıkıntıları, geçim derdinden başka bir şey değildir. İmparatorluk kurmuş; yüzlerce yıl, yüzlerce devleti bir çatı altında, kavgasız bir şekilde, adaletle idare etmiş bir milletin sıkıntıları da farklı olacaktır. Bu nedenle huzurlu bir cemiyet olmadığımız bilinmekte, bir kısım yazar- çizer takımı da bu durumdan istifade edebilmek için kavga ortamını ganimet bilerek yazı yazmaktadırlar. Bu durum böyle de devam edecektir. Zira para kazanmanın yolunun bu çatışma duygularını kabartmak olduğunun bilinmemesi mümkün değildir. Bu çatışma duygularını körükleyerek, bu pastadan pay kapmaya çalışanlar, böyle fırsatları yakalayıp; kullanan kişilerdir. Bir kısım insanların dediği gibi:

           -Helâl olsun, adam fırsatları değerlendiriyor. İyi de para kazanıyor. Herkes bunu başaramaz.

           Doğrudur. Herkes bunu başaramaz. Bu kazanıldığı ifade edilen paralar, insanlara çamur atma, iftira etme, hak etmedikleri halde kişileri/ kurumları suçlama, suçlu gösterme gayretlerinden gelen kirli paralardır. Bu kazanılan paraların hesaplarının, kamu vicdanında verilmesi gerektiğine inananlardanım. Evet! hesaplarının kamu vicdanı önünde verilmesi gerekli hesaplardır bunlar. Verin hesabınızı. Veremeyecekseniz, neden işlediniz bu cürümleri? Neden? Üç kuruşluk dünya malı için değer miydi? İleri tarihlerde, yaşlandığınızda, kendi kendinize soracaksınız:

           -Yahu! Ben ne yaptım. Hır gür ile kazandığım paraların hayrını bile göremedim. Hâlâ da bu paralar sırtımda yük olarak durmakta; kul haklarını heba ederek kazandığım bu paralar bana ne getirdi? Üç kuruşluk dünya nimeti miydi, beni tavlayan? Tüm değerleri ayaklar altına alarak yaptığım yanlışların bedeli olan bu paraları, hak etmeyen, alnı terlemeyenlere mi bırakacağım? Ne idi bu hırs? Ne idi bu dünya malına düşkünlük? Geldiğim yaşımda bunların hesaplarının kamu vicdanında verilmesi mümkün de görünmüyor. Ben ne yaptım? 
 
           Tüm bu düşüncelerden sonra, ideal olan köşe yazılarını, sanırım tüm site ziyaretçilerimiz bir parça olsun tahayyül edebilmişler/ zihinlerinde canlandırabilmişlerdir. Cemiyetlerin tüm kesimlerinin, yol gösterici, kavgayı değil barışı öne geçirici yazılara ihtiyacı vardır. Devamlı kavga ortamını canlı tutarak; insanları birbirine düşürmeye çalışan köşe yazılarının, hiç kimseye faydası yoktur. Olamaz da. Buradan kazanılan paraların da kamu vicdanın da hesabının verileceğini tüm yazar- çizer kimselerin, böylece bilmelerinde fayda vardır. Bu şekilde yazılan yazıların bir kısmının kasıtlı olduğu düşünülürse, bu yazılanlardan fayda sağlayanların da, neticede vicdanları ile baş başa kalacakları bilinmelidir. Yanlış bilgilendirmelerle cemiyeti kaosa sürükleyen, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak, insanları birbirine düşüren, sevgisizliği ve insanların birbirlerine tahammülsüzlüğünü körükleyerek, sırf dünyalık kazanmak adına yazılan tüm yazıların, bir gün bu kimselerin karşısına çıkacağı ve “Bunları ben mi yazdım?” “Bu insanlara çamurları ben mi attım?” “Sevgisizliği körükleyerek, insanları karşı karşıya ben mi getirdim?” diye hayıflanacakları günler gelecektir. Zira her insan içerisinde bulunan vicdanına, kim olursa olsun hesap vereceğinin bilincini taşımalıdır. Taşımıyorsa, ikaz edildiğinde düşünmeli ve “ben gerçekten sorumsuz bir hayat geçirdiğimde, bunun hesabını hiç kimseye vermez miyim?” sorusunu kendisine sormalıdır. Sorabilmelidir.

           Tüm bu yazılanlar çerçevesinde güzellikleri, barışı ve sevgiyi öğütleyen köşe yazılarının çoğalması dileklerimle, tüm gençlerimizin yazmaları konusunda hiçbir engellerinin bulunmadığını bilmelerini istirham ederim.

           Yazınız, aklınıza gelenleri not ediniz. Düşüncelerinizin varabileceği ufukların en uzağına kadar gitmeye çalışınız. Bunları yaparken erişebileceğiniz en uzaktaki noktaların, çok uzaklarda olmadığını da biliniz. Durmadan, dinlenmeden yazınız. Yıllar sonra geri dönüp bu yazdıklarınıza baktığınızda, hayatınızın özeti gibi karşınızda durduğunu görecek ve yazdığınız için memnun olacaksınız.

           Yazmayanlar ise, her türlü duygu ve düşüncelerinin geçmişte kaybolduğuna şahit olarak, neden yazmadıklarına, kendi kendilerine kızacaklar, kaybettikleri zamanları kazanamayacaklarını anladıklarında, kendilerini ömür boyu affetmeyeceklerdir.(is) Zamanı kaybetmenin en üzücü yanı, onu geri getirmenin imkânsız oluşudur. Bu nedenle zaman kaybetmeden bilgisayarınızın başına oturunuz. Yazmaya başlayınız.

           Saygılarımla... 06.05.2008

ÖNEMLİ NOT:

           Köşe yazısı yazmanın/ bir yazıya yorum vermenin önemine dikkat çekmek için: www.koseyazilarinayorumlar.com siteme yazdığım bu yazıyı aynen buraya da kopyaladım ki, yazılan yazılarda, nelere dikkat edilmesi gerekirse, o dikkatin bu siteye yazılan yazılarda da gösterilmesi için,  faydası olacağı düşüncesiyle, kopyaladığımı saygılarımla bilgilerinize sunarım.


           ETİKETLER: Köşe Yazıları; Köşe Yazısı Yazmak; Kavga Eder Gibi Köşe Yazısı Olur mu?; Köşe Yazısının Genel Kuralları Nelerdir?; Köşe Yazıları, Millî Duygu ve Düşüncelere Aykırı Olabilir mi?; Köşe Yazıları, İnsanları Bölmeye, Kutuplaştırmaya Yönelik Yazılar İçerir mi?;
2
KANSER HAKKINDA / KANSERE KARŞI ARI ÜRÜNLERİ
« Son İleti Gönderen: is 12 Ocak 2021, 14:16:36 »
PROPOLİS(PİREBOLU) NEDİR?

           Pirebolu, arıların, kovanlarının deliklerini ve ağzını sıvamak için yaptıkları, siyaha yakın renkte, yeşil balmumudur. Çocukluğumuzda elimizde yumuşatarak oynadığımız, güzel kokulu, genellikle koyu yeşil renkli bu arı ürünü, karşımıza teknik ifadesi ile, "propolis" olarak çıkmaktadır.

           Propolis, işçi arıların bitki tomurcuk, sap ve yapraklarından topladıkları reçinemsi maddeyi arka ayaklarında depoladıktan sonra kovanda balmumu ile karıştırarak hazırladıkları tamamen doğal bir arı ürünüdür. Genellikle kozalaklı reçineli ağaçlardan toplanır.

           Arılar bu maddeyi kovanda meydana gelen hasarların ve çatlakların onarımı, kovanların koruması amacıyla, kovana girmiş olan yabanî arı ve diğer böcekleri öldürdükten sonra, kovandan atamazlar ise, etrafını pirebolu(propolis) ile kaplayarak, kovanın hijyenini sağlarlar. Peteklerin direncini arttırma amacı ile de kullanırlar. Rengi sarımsı yeşilden koyu kahverengiye kadar değişir. Elde edildiği bitkisel kaynağa göre farklılık göstermekle birlikte genellikle koyu kahverengidirler.

KOVAN NASIL KORUNUR?

           İşçi arılar petekleri bal ile doldurduktan sonra, kovanı dış etkenlerden ve zararlı organizmalardan korumak amacıyla üzerini propolis ile kaplarlar. Böylece dışarıdan girebilecek her türlü zararlı organizmadan kendilerini korurlar. Her ne şekilde kovana girmiş olan böcekleri v.s. yi kovandan çıkaramazlar ise; üzerlerini propolis ile kaplamak suretiyle kovanın steril kalmasını temin ederler.

           Kansere karşı kullanılmaları yanında, bu arı ürünlerinin(polen, propolis, arı sütü), bağışıklığı güçlendirmeleri yönünden de faydaları mevcuttur.

PROPOLİS(PİREBOLU) NASIL ELDE EDİLİR ?

           Arıcılar kovandaki balı aldıktan sonra propolisi kovandan kazıyarak toplarlar. Sonrasında propolis bazı işlemlerden geçirilerek kullanıma hazır hale getirilirler. Toplandığı yerin iklim ve coğrafik özelliklerinin yanı sıra, arıların yararlandıkları ağaçların ve bitkilerin cinsi gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak bileşimi büyük farklılıklar göstermektedir.

           Ancak arılar hangi kaynaktan elde ederlerse etsinler, propolisin M.Ö. 350 yıllarına kadar uzanan bir kullanım geçmişi vardır. Yaklaşık 2370 yıllık bir arı ürünüdür. Görevleri kovanlarda arıların var oluşundan bu yana devam etmektedir.

           Sağlığınız mutluluklarla dâim olsun.

           Saygılarımla. 12.01.2021 17:16

3
KANSER HAKKINDA / ÇAY KANSER İLİŞKİSİ ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
« Son İleti Gönderen: is 10 Ağustos 2013, 21:38:53 »
3 BARDAK ÇAY İLE MEME KANSERİ RİSKİ AZALIYOR

           Günde üç bardak çayın, 50 yaş altındaki kadınlarda meme kanseri olasılığını üçte bir oranında azaltabileceği ortaya çıktı.
   
           İngiliz Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, ABD’ nin Tampa kentindeki Moffitt Kanser Merkezinde görevli bilim adamı Naci Kumar’ ın öncülüğünde yapılan araştırma çerçevesinde, daha önce meme kanseri tedavisi gören, yaşları 20- 74 arası olan 5.000 kadının durumu incelenmiş ve aşağıdaki neticeler alınmıştır:

           Araştırma sırasında, meme kanseri hastası bu kadınlar ile meme kanseri olmayan bir grup kadın, yaşam tarzları ve geçirdikleri hastalıklar bakımından karşılaştırılmıştır. Günde en az 3 bardak çay içen, 50 yaş altındaki kadınlarda meme kanseri olasılığının 1/3 oranında, özellikle her 10 meme kanseri hastasından birinde görülen "lobüler meme kanseri" olasılığını da % 66 oranında azaltabileceği belirlenmiştir. Çayın bu etkisi, 50 yaş üstü kadınlarda görülmemiştir.
   
           Gazetenin haberine göre, İngiltere’ de her yıl 40.000 civarında kadına meme kanseri teşhisi konulmaktadır.

           NOT: Daily Telegraph Gazetesinin haberidir.
4
KANSER HAKKINDA / KANSERDEN KORUNMA YOLLARI
« Son İleti Gönderen: is 26 Temmuz 2013, 22:15:45 »
KANSERDEN KORUYAN REÇETELER

           Prof. Dr. Erkan Topuz Hocamız' ın, Bugün Gazetesine yazdığı, "kanserden koruyan reçeteler" i aşağıdadır:

           -Kafein konsantre olunca mesane kanserine neden oluyor. Diğer kanserlere karşı ise faydalıdır. Kahveyi tüketin ama çok koyu olarak tüketilmemelidir.

           -Akdeniz diyetinin(zeytinyağlı sebze yemekleri ağırlıklı beslenme şekli), binlerce erişkinde yapılan anketinde, kanser riskini yüzde 22 azalttığı tespit edilmiştir.

           -Yeşilçay, nar, zerdecal meme kanserine karşı koruyucu etkiye sahiptir.

           -Kanserin damarlanmasını durduran, en faydalı bitki zerdeçal, aynı zamanda boğaz enfeksiyonlarını da yok etmektedir.

           -Diyabet kanser riskini artırır. Yeşil çay ise şeker kontrolünü sağlar.

           -Tarçının çay olarak(kaynamış 1 bardak suya bir çay kaşığı tarçın ile hazırlanır) içilmesi, şekerin düşürülmesine yardımcı olur.

           -Kanser hastaları her gün bir avuç arpa tüketmelidirler. Bağırsak, meme ve prostat kanserine karşı koruyucu özelliğe sahiptir. Kabızlıktan korur. Kilo kontrolü sağlar. Kan basıncını düşürür. Tansiyonu düzenler.

           Faydası(yararı) olur ümidiyle bilgilerinize...

           Saygılarımla 26.07.2013 22:15
5
KANSER HAKKINDA / KANSERE KARŞI ARI SÜTÜ
« Son İleti Gönderen: is 22 Temmuz 2013, 14:44:56 »
ARI SÜTÜ İLE SAĞLIKLI VE UZUN YAŞAM
 
           İşçi arılar, 2- 3 ay yaşarken, içlerinden sadece birisi, kraliçe arı, 40 kat fazla yaşar. 5- 7 senelik ömründe binlerce yumurtalık bir verime ulaşırlar. Bu arının tek farkı, kendisi için özel yapılmış olan arı sütüyle beslenmesidir. İdeal arı sütü dozajlarıyla kullanıldığında insanlarda da benzeri verim ve yaşam kalitesi elde edilebilir. Kanser de dahil ağır hastalıklarla savaşımda önemli bir destektir.

            Arı sütü, antikanser etkiye sahiptir ve metastas’ ı yavaşlatıcıdır. Kemoterapi’ nin yan etkilerini tolere eder. Çok yüksek değerde antioksidandır.

            Arı ürünleri kanserle mücadelede "Alternatif Tıp" ın vazgeçilmezleri arasındadır. Arı sütü, propolis ve polen doğrudan kanseri hedef alan etkileri yanında, bağışıklığı da güçlendirirler. Metastası yarı yarıya yavaşlatan, bağışıklık sistemini güçlendiren, tümör büyümesini ve dayanıklılığını azaltan güçlü ve önemli etkileriyle, kanser tedavisinde zaman kazandırıcı etkiye sahiptirler. Dayanma gücünü artıran ve kritik önemde geniş zaman kazandıran bu yönleriyle arı ürünleri tedavi süreçlerinin temel desteği görevini görürler. Öte yandan kemoterapi ve radyoterapinin yan etkilerine karşı iç organları koruyucu, hastanın hızlı toparlanmasını sağlayıcı etkileri de vardır. Arı ürünleri içerdiği flavanoidler ile, E vitaminine göre, 200 kat daha fazla antioksidan değere sahiptir.

           “Arı sütü, hayatınıza sağlık ve yüksek performans katar. Artık arı sütünün değerini bilerek, yararlanma sırası sizlerdedir!”

           Arı sütünün, bebek, çocuk, erkek, kadın ve yaşlıların yaşamlarında; gebelikte, doğum öncesi ve sonrası süreçte ve anne karnından itibaren gelişme çağındaki çocuklarımıza pek çok yararları vardır. Zihinsel gelişim ve büyümede çok etkindir. Hastalıkla savaşanlar için çok önemli bir destektir. Kanserle ve ağır hastalıklarla mücadelede propolis ile birlikte en çok başvurulan ürünlerden biri arısütüdür.

           Hayatımızın her safhasında faydalı olan bu tür ürünlerin desteğiyle, sağlıklı günlere dileklerimle.

           Saygılarımla. 22.07.2013 14:44
6
KANSER HAKKINDA / MELATONİN HORMONU KANSER İLİŞKİSİ
« Son İleti Gönderen: is 22 Temmuz 2013, 13:56:30 »
MELATONİN HORMONU VE KANSER

           Melatonin hormonu' nun önemi bilinmelidir. Melatonin denilen hormon, beyinde ve sadece 23:00 ile 05:00 saatleri arasında salgılanan bir hormondur. Hayatınızı plânlarken lütfen 23:00- 05:00 saatleri arası uyumanızın faydasını, bu yazıyı okuduktan sonra takdir edebileceksiniz. Çünkü Melatonin hormonundan faydalanmanın en iyi zamanı, bu saatler arasındadır.

           Gece 23:00 ile sabah 05:00 saatleri arasında ve karanlıkta uyunduğunda, hormon, hücreleri yeniliyor; bağışık sistemini düzenliyor; vücudun biyolojik saatini koruyor; ritmini ayarlıyor. Üreme sistemini geliştiriyor. En önemlisi kanserli hücrelere karşı koruma sağlıyor. Görme engellilerin kansere daha az yakalanması bu durumu destekliyor. Bu sebeple gece çocukların kesinlikle ışıkta uyutulmaması gerekmektedir.
 
           Melatonin epifiz bezinin pineolasit adı verilen hücrelerinden salgılanır. Melatonin, biyoritmi(sirkadyan ritmi) belirler ya da biyoritm üzerinde etkilidir. Pineolasit hücreleri ışığa duyarlıdır. Elektromanyetik dalga yoğunluğu arttıkça melatonin salgılanması azalır. Melatonin bir tür etanoamiddir. IUPAC isimlendirmesine göre adı N-[2-(5-methoxy-1H-indol-3-yl)ethyl] 'dir. Bunun haricinde melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Bu nedenle lösemi ve diğer kansere yakalananların kesinlikle karanlık ortamlarda yatırılmaları istenmektedir. Yapılan son araştırmalara göre hormonun yaşlanmayı geciktirici etkisi de vardır.

           Önemli araştırmalara imza atan Doktor Tevfik Dorak(İngiltere'nin Newcastle Üniversitesi’ nde kanser araştırmaları yapan bir Türk doktorudur. Dr. Tevfik Dorak’ ın dünya tıp literatürüne geçmiş çarpıcı bulguları var. Bunlardan biri, karanlıkla- kanser arasındaki ilişkidir), vücudun hücre yenileyici ve bağışıklık sistemi düzenleyici melatonin hormonunu gece karanlıkta salgıladığını hatırlatıp uyarıyor:

           -Karanlıkta uzun ve düzenli uyku bu salgıyı ve kansere bağışıklığı artırıyor. Körlerde kanser riski bu yüzden azdır.

           TV karşısında uyuklayan, gece TV açık uyuyan, gece geç saatlere kadar uyumayıp bilgisayar başında melatonini azaltanlara, gece kitap okurken uyuyup ışığı yanık kalanlar aşağıdaki hususlara dikkat etmelidirler:
 
           Hormonun temel görevi vücudun biyolojik saatini koruyup ritmini ayarlamaktır. JET- LAG denilen olayın nedeni de bu hormondur. JET- LAG, hava yoluyla yapılan hızlı seyahatler esnasında yaşanan ve vücut üzerinde etkileri olan değişimler konusunda, zaman zaman bazı sorunlar ortaya çıkaran bir durumdur. Bir başka ifadeyle JET- LAG; uçakla seyahat esnasında dünyanın zaman dilimleri geçilirken, insan vücudunun bu hızlı zaman değişimine adapte olamamasıdır. Kısaca, yerel saatle beynimizin hipotalamus bezi tarafından düzenlenen vücudun biyolojik saatinin uyumsuzluğu olarak da bilinir.
 
           İşin can alıcı noktası ise; hormonun çocuklar üzerindeki etkisidir. Avrupa’ da lösemili ve kanserli çocuk sayılarının artması üzerine yapılan araştırmalar sonucunda, ailelerden istenen en önemli husus, çocukların kesinlikle karanlık ortamlarda yatırılmaları/ aydınlık bir odada yatırılmamalarıdır. Çünkü melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Ancak, bu hormon ışığa duyarlıdır. Deneylerde uyuyan kişinin hormon salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı, karanlıkta ise yoğun olarak salgılandığı tespit edilmiştir. Gece vardiyasında çalışan kadınların meme kanserine daha fazla yakalandığını gösteren araştırmadan sonra, gece ışığa maruz kalmakla meme kanseri arasındaki muhtemel bağlantı 10 yıldan fazla süredir biliniyordu. Bilimsel bu gerçek nedeniyle:

          “Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken odalarının ışıklarını kapatınız!

           Unutmayınız ki körlerde kanser olma oranı, yok denecek kadar azdır.”


           Uyurken ışığı söndürmeyi unutmayınız!

           Sağlık uzmanları, "gece lambası da olsa ışıktan kaçının" uyarısında bulunuyor. Çünkü vücudu gençleştiren ve hücreleri yenileyen hormonlarla ışık arasında ilginç bir bağlantı vardır. Karanlıkta uyumak beynin melatonin hormonu salgılamasını sağlayarak kişiyi kanserden koruyor. Işıkta, bu hormon salgılanmadığı için, kanser hücreleri daha çabuk gelişiyor.

           Bulguyu destekleyen Dünya Sağlık Örgütü, gece çalışmasını, “muhtemel kanserojen etkisi bulunanlar listesi” ne dahil etmiştir. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi ise, gece aydınlatmalarının zararlarını anlatmak için hazırladığı raporda, melatonin hormonunun önemini vurgulumaktadır.

           Raporun önümüzdeki günlerde bütün belediyelere gönderileceğini açıklayan Kanserle Savaş Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, Belediyelere, "sağlığımız için gereksiz aydınlatmayla karanlığımızı kısmayın” çağrısında bulunacağız dedi. Konuyu görüşmek üzere önümüzdeki hafta Ulusal Kanser Danışma Kurulu toplanacak. Buradan çıkan sonuç bildirgesinde yeterli aydınlanma dışındaki ışığın gece insan sağlığına zararlı olduğu mesajı verilecek. Şehirlerdeki bilinçsiz gece aydınlatmaları ve bunun insan sağlığı üzerindeki etkilerine yer verilecek. Belediyelerden şehir merkezlerini ayrı, yerleşim yerlerini ayrı aydınlatmaları istenecek. Sokak lambalarının sadece aşağıya ışık vermesi, evlere yansıtılmaması gerektiği aktarılacak. Rapor Enerji Bakanlığı'na da gönderilecektir.

           Sağlığınız için aşağıdaki uyarılara dikkat ediniz:

           -Gece mutlaka karanlık ortamda uyuyun.
           -Gece lambası kullanmayın. Zarûriyse solgun kırmızı ışık olanları tercih edin.
           -Erken yatarak hücreleri yenileyen melatonin hormonunun tam salgılanmasını sağlayın.
           -Televizyon karşısında uyumayın.
           -Akşam çalışmalarınızı mümkünse gündüze kaydırın.
           -Vişne, lahana, badem gibi melatoninden zengin besinler tüketin.

           Bir kere daha tekrarlamakta fayda vardır. Kanser olmak istemeyenler dikkat!

           Gece 23.00 ila 05.00 saatleri arasında salgılanan ve vücudun savunma mekanizmasını güçlendirip, yaşlanmayı geciktiren melatonin hormonu, sadece gece ve teknolojinin bütün fişleri çekilince devreye giriyor. Yani siz, ışığı söndürüp, TV’ nizi kapamış olsanız da yetmiyor, fişlerini çıkarıp, mümkünse yattığınız odanın şalterini indirmeniz gerekiyor. Tabii çocuklarınızın odasında da aynı şeyi yapmalısınız.

           Melatonin hormonu kansere karşı koruyucu mu?

           Melatonin Hormonu diğer antioksidan tesirlerini de güçlendiriyor, kanserli hücrelere karşı koruma sağlıyor, üreme sistemiyle bağlantısından tutun da yorgunluk, isteksizlik gibi durumların nedenlerini de oluşturabiliyor. Bu hormon yaşlanmayı geciktirici etkisinden dolayı da üzerinde önemle durulan bir hormondur. Melatoninin gerçekten kanseri önleyici etkileri ve hücresel hasarın onarımında çok önemli rolünün olduğunu, ayrıca bağışıklık sistemini destekleyici etkilerinin de bulunduğunu gösteren araştırmalar mevcuttur.

           ABD ve Avrupa’ da lösemili ve kanserli çocuk sayılarının artmasından sonra yapılan araştırmalar sonucunda ailelerden çocuklarını kesinlikle karanlık ortamlarda yatırmaları isteniyor. Çünkü melatonin’ in güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Ancak bu hormon ışığa duyarlıdır. Yapılan deneylerde uyuyan kişinin hormon salgısı izlenirken ışığın açılması halinde, hormonun azaldığı; karanlıkta ise yoğun olarak salgılandığı tespit edilmiştir. Yapılan hayvan deneyleri de melatonin’ in kanser ile direkt ilişkisi olduğunu gösteriyor. Ayrıca körlerin daha az kansere yakalanması da bunun bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor.

           Düzenli olarak gece çalışan hemşirelerde meme kanserinin arttığı tespit edilmiştir. Melatonin meme tümörlerinin büyümesini de azaltıyor, kalp ve damar hastalıklarını yavaşlatıyor, üreme fonksiyonunu artırıyor. Depresyonlu kişilerde bu hormon seviyesi düşüktür. Buna göre melatonin hormonunun artırılması, depresyondaki kişilere de faydalı olacaktır.

           Kanserin etkilerinden uzak yaşamanın, araştırmalara uygun yaşantıya geçilmesi ile mümkün olduğu gerçeğinin, unutulmaması dileklerimle.

           Saygılarımla 22.07.2013 13:56
7
KANSER HAKKINDA / SİTEMİZE HOŞ GELDİNİZ
« Son İleti Gönderen: is 20 Temmuz 2013, 21:10:11 »
KANSERLİYİM.COM SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ

           Lütfen sitemizi, yalnız kanser konusunun işlenmesi amacıyla ziyaret ediniz ve yorumlar veriniz.

           Umarım forumumuzu kullanmaktan memnun kalırsınız.  Herhangi bir sorun olduğu zaman  asistan yardımı almaktan çekinmeyiniz.

           Lütfen "BU SİTEYE MESAJ YAZMANIN GENEL KURALLARINI" dikkatlice okuyunuz. ÜYELİK ÜCRETSİZDİR. Ücretsiz üyelik için tek şartımız:

           "BU SİTEYE MESAJ YAZMANIN GENEL KURALLARI" NI KABUL ETMEKTİR.

           Kanserli ya da kanserli yakını iseniz, ücretsiz üye olunuz ve diğer hastalara moral verecek; kanser konusunda insanlarımızı aydınlatacak konuların yazımı için özen gösteriniz.

           Kanserli hastalarımıza, karşılıklı olarak, yalnız olmadıklarını hissettirecek her tür yazıya; üyelerimizin istifadesine sunubileceğiniz tüm yazılarınıza sayfalarımız açıktır. Yazılarınız "bu siteye mesaj yazmanın genel kuralları" na uygun olduğu sürece yayınlanacaktır. Moral bozan, dayanışmaya aykırı, lüzumsuz bilgilerle ziyaretçilerimizin zamanını çalacak her tür yazılarınız yayından kaldırılacaktır. Bu konuda sitemiz yetkilileri kontrollerini her yönde devamlı yapacaklardır.

           Yazmak için sayfamızdaki, "YANITLA" penceresine tıklamanız yeterlidir.

           Teşekkürler!

           ÖNEMLİ DUYURU!

           Yazılanlarla herkese faydası olacakken; bilinen sebeplerle, belli sınır içerisinde, sadece okuyanlara hitabeder hale geldiği için, özürlerimi iletirim.

8
KANSER HAKKINDA / Ynt: “KANSER DALGA DALGA GELİYOR.”
« Son İleti Gönderen: is 25 Eylül 2012, 21:50:46 »
           KANSERİN GELDİĞİNİ GÖRMEYEN VAR MI?

           Kanserin dalga dalga geldiğinin ifade edilmesi doğrudur. Göz göre göre kanser gelmektedir.

           Bu ifadenin, öncelikle, herkesin de takdir edeceği gibi, sigara içenler için söylendiğini anlamamak mümkün müdür?

           4- 5 SENE ÖNCESİNDE AKCİĞER KANSERİ OLANLARIN SİGARA İÇME ORANLARI % 80- 85 OLARAK İFADE EDİLMEKTEYDİ.

           YAPILAN ARAŞTIRMALAR NETİCESİNDE BU GÜNLERDE BU ORANIN % 95 OLARAK İFADE EDİLDİĞİ GÖRÜLMEKTEDİR.

           Bir televizyon programında, katılımcılardan birinin:

           -% 95 olarak ifade ettiği akciğer kanseri olanların sigara içme oranlarını düzelten doktorun ifadesi, aynen:

           "Hayır, % 95 değil. % 100 diyebilirsiniz" demesi çok anlamlıdır; ve gören gözler, duyan kulaklar için davul çalınması anlamını taşır.

           Yine davul çalındığının görüntüsünü veren:

           SİGARA PAKETLERİ ÜZERİNDEKİ UYARILARIN, ŞAKA OLDUĞUNU ZANNEDENLER, HALEN YERYÜZÜNDE VAR MIDIR? VAR İSE BU UYARILARIN "NİSAN- 1 ŞAKASI" OLDUĞUNU MU ZANNETMEKTEDİRLER?

           BU SÖZLERDEN HAREKETLE SİGARA İÇENLERİN YOLUNUN, MUTLAKA, AKCİĞER KANSERİ TEŞHİSİ İLE, HASTAHANELERDEN GEÇECEĞİNİN İLİM ADAMLARINCA İFADE EDİLMELERİNİN, APAÇIK VE ACI BİR İTİRAF OLARAK KABUL EDİLEREK, SİGARA İÇMENİN TÜM İNSANLARCA TERKEDİLMESİNİN GEREKLİLİĞİNİ, ARTIK SİGARA İÇİCİLERİNİN DE ANLAMASI GEREKMEZ Mİ?

           Çevrenize bakınız!

           TİRYAKİLERİN ÇOĞUNLUĞUNUN AKCİĞER PROBLEMLERİYLE BOĞUŞTUĞUNU GÖRELİM. LÜTFEN!

           DUMANSIZ BİR DÜNYANIN, ARZU EDİLİR BİR TEMİZLİK ORTAMI OLDUĞUNUN BİLİNCİNE VARILMASI DİLEKLERİMLE...

           Saygılarımla... 26.09.2012- 01:11

           

 
Sayfa: [1]